Sayfalar

26 Mart 2014 Çarşamba

Eyleme geçmekten bahsetmiştim ya...

Evime gitmek için geçtiğim Üsküdar’da, Yenikapı mitinginden dağılan kalabalıkla karşılaşınca yeni şeyler düşünmeye başlamıştım. Mesela bulunduğum yerin avam kamarası olabileceğini ve bu insanlarla aramda uçurum olabileceğini… Tıka basa dolu olan otobüste, sırtlarında Akp pelerini olan kızlarla düşmemek için birbirimize tutunup gülüşünce uçurum dediğim şeyin bir anda uçup gidebileceğini de…


Şarap ve peynirin yaptığı şeyin gereğini bilip de yine de yapmayan biri olarak daha fazla konuşmayayım. Söz eyleme geçenindir:






7 Nisan 2013 Pazar

Çocuk Meyveli Ağacın Sırrı



Güney Kore'de geçen yıl, kampa çıkan bir grup genç tarafından çok ilginç bir ağaç fark edilmiş.

Aslında armut ağacı olan ağacın verdiği meyvelerin biçimleri, normal bir armut biçimi yerine, çocuk şeklindeymiş. Gençler ve gören herkes büyük bir şaşkınlık ve tedirginlik yaşamış. Çünkü o bölgede anlatılan efsaneye göre; fi tarihinde, yeryüzüne egemen olan kötülük zamanında, insana benzeyen ama insan olmayan varlıklar yaşarmış. Derlermiş ki; o varlıkların bir kalpleri varmış ama yedi kat katrana battığından ışığını hiç bir vakit sızdırmazmış. İnsana benzeyen ama insan olmayanların yanında, gerçekten insan olanlar da yaşarmış o zamanın dünyasında, ama onlar kolsuz ve bacaksızlarmış. Çünkü insana benzeyen ama insan olmayan varlıklar, insanların kolları ve bacaklarıyla beslenirmiş. En sevdikleri yiyecek de yeni doğmuş insan bebekleriymiş. Dünyaya gelen insan bebeklerini toplar, büyütür, eğitir, çalıştırır, karınları acıkınca da kollarnı ve bacaklarını yerlermiş. Bebekleri doğar doğmaz niye yemezlermiş diye sorarsanız, kötülükleri kadar akıllılarmş da ondan. Bir koyunun ne zaman kesilmesi gerektiğini iyi bilirlermiş. Hem büyümüş çocukların kol ve bacaklaryla daha uzun süre tok kalabilirlermiş, hem onların da bebekleri olmasına imkan verip yiyecek kaynaklarını tüketmemiş olurlarmış, hem de kolları ve bacakları olmayan bir insanın bir de cahil ve aptal olması halinde hiç çekilemeyeceğini bilirlermiş. Şimdi siz kolları ve bacakları olmayan insanların niye hayatta bırakıldığını da merak ederseniz. Dünya yaratıldığında, hatta evren ve tüm kainat yaratıldığında; çok basit bir denge kuralı konmuş var olan her şey için. Bir varlığın var olmasına karşılık onun yokluk halinin var olması kuralı. Bu kurala uymamanın karşılığı var olmama olacağından, kimse niyet bile etmezmiş kural dışına çıkmaya. O yüzden insana benzeyen ama insan olmayanların katrana bulanmış kalplerinin ışıksızlığı için ışığı olan insan kalplerine ihtiyaç varmış; o yüzden kollarını bacaklarını yedikeri insanların hayatta kalmasına izin verirlermiş ki ışığın karşısında karanlık kalabilsinler... Bu kurallar içinde sürüp giden dünya zamanla yolunu şaşırmış, aklı olup kalbi olmayan hakimiyet aklını da yitirmiş, kötüler iyiler var olduğu sürece kötülük yapabildiklerini unutmuşlar, yeni doğan bebekleri yiyip, diğer insanlara bakmaktan vazgeçmişler. Dünyanın dengesi bozulmuş. Var'lar yok olmuş. Akılsız düzen; yiyecek kaynaklarını tüketmiş, zulmedecek insanlar bulamadığından kötülüğünü unutmuş... Derken derken geride ne kalbinde ışık olan insanlardan kalmış, ne akıllı kötülerden. İyi olmayan, kötü de olamayan, akılsız, insanla, insan olmayan varlık arasında bir tür çıkmış ortaya... İşte dermiş ki o efsane; bir gün yerden bir ağaç çıkar da günahsız öldürülen bebeklere gebe kalıp onları bir bir toprağa düşürürse; o bebeler çıkıp intikamlarını almak isterlerse dünyanın sonu gelmiş demektir.

...

İşte bu efsaneyi bilen insanlar korkmuşlar, tırsmışlar, dünyanın sonu geldi sanmışlar, sonra da o ağacın meyvelerini tanesi 145 bin dolardan satmışlar.


Hadi ürkmeyin. İşin aslı;
...
...
...
...
...
...
...
...
...

Bira, Bianel ve Geri Dönüşüm

İstanbul Tasarım Bienali 2012'ye devam:


Bu şişeler de bianelin bir parçasıydı. Şişeler silindir değil de, dörtgen prizma olarak tasarlanmış, legolar gibi birbirine geçebiliyor, yan yüzeyler de tırtıklı; üst üstü koyulduklarında birbirlerini tutmaları için...

Şişelerin bu şekilde tasarlanmış olmasının sebebi; geri kullanımı sağlamak. Şişelerin "bina yapımında tuğla" niyetine kullanılması amaçlanmış. İddialı ama iyi bir fikir olsa da projeden sonuç alınamamış. Heineken tarafından üretilen bu şişeler; aynı şirketin şirket politikalarına yenilmiş. Kimbilir şirket içinde ne entrikalar, fokurdanmalar olmuştur, şirket dedikoduları da dizi olsa ne iyi olur.


Şişelerin üretimi daim olmadığı için kullanımı da yaygınlaşamamış tabii, ama bira şişelerinin bildiğimiz halleri kullanılarak yapılan yapılar da varmış. Bangkok'daki tapınak da bunlardan biri.








24 Mart 2013 Pazar

Kafasız Başlık

Hiçbir şey bilmeyen inanlar; her şeyi bildiklerini sanırlar. Hiçbir şey düşünmeyen insanlar; düşündüklerini sanırlar. Hiçbir şey duymayan insanlar; şarkı söylemeye devam ederler karga sesleriyle. Çok konuşan insanlar; boş konuşurlar; çok yakınanlar dinlemeyi bilmezler. Bir de dünyanın havasından mıdır suyundan mı; dedikleriyle yaptıkları bir türlü tutmaz bir takım insanlarn. Aptal yerine koymak adettendir oldu; aptallıklarına doymasınlar... 


Böcekleşen insan diyecektim; böceklere ayıp olmasın. Kargalara biraz ayıp ettik; selamımı almazlarsa üzülürüm.

19 Mart 2013 Salı

Şimdi Tippi Olsam...

İnsan bir bütün; biraz kendinden, biraz doğuştan, biraz tesadüflerden toplanıp bütün oluyor. Su damlaları gibi. İşte size Tippi Degre.


O olsam şimdi, diyorum.  Hayvanlarla konuşabilmek her çocuğun hayali midir? Benim kendimi bildiğim günden beri hayalim.


 
Hoop, ben gittim Tippi geldi! Tippi oldum ben! Aslan, kaplan, yılan, zürafa ve fil en yakın arkadaşlarım!
Bu yazıyı nasıl bir yürek sızısıyla, buruklukla yazdığımı bilemezsiniz. Halbuki emindim; konuşacaktım ben hayvanlarla...






 *Tippi Degre

28 Şubat 2013 Perşembe

2012 İstanbul Tasarım Bienali

Çok zaman geçti hala İstanbul Tasarım Bienali fotoğraflarını paylaşamadım. Çünkü aklımda bienal kitapçığından alıntılar yaparak uzun bi şey hatta bir şeyler yazmak vardı. Hiç yapmamak daha kötüdür; işte yapıyorum:


2012 İstanbul Tasarım Bieali'ni iki ayrı mekandaydı; İstanbul Modern'de ve Galata Özel Rum İlköğretim Okulu'nda. Gördüğünüz tüm fotoğraflar Galata Rum Okulu'ndan.


Şimdilik bu kadar. Arkası yarın yapmaya karar verdim. Her bir çalışmayı daha ayrıntılı ve özenli ekliycem... **Sonrası sonra**

ZAMAN* - TİME - ZEİT - TEMPO

2013 şubatının da sonuna geldik, zaman su gibi, kola gibi, gazoz gibi... Olsun, olsun yine sıvı olsun; ama ayran olsun, boza olsun, mikshake olsun... Su gibi geçmesin zaman. Biri dur desin, dursun. Dursun çocuk kalıyım... Dursun genç kalıyım... Dursun bu halimle kalıyım... Sahip olduğum şeylerin kıymetini bildiğim için mi böyle efkarlıyım zaman konusunda?


 Trene dur demek olmaz. Yolcusu var; yetişecek, bekleyeni var; kavuşacak, makinisti var; çalışacak...


*TDK

20 Şubat 2013 Çarşamba

Gece gelen; ilham, vahiy, vb.

Aslında yapıcak bir sürü iş varken yatağına uzanırsın da uyuyakalırsın ya; sonra zamansız bi vakitte uyanır, yapmak istediklerini -tam o anda- yapmak istersin ya. Yani en olmayacak anda. Zamanlama hatalarına kurban giden iyi düşünce, iyi fikir, iyi projeler olur...

Çok “post” birikti; kafamda ve bilgisayarımda, ama yorgun da değil de tembel zamanlarımdayım bu ara.
Yine de bak üşünmedim şimdi, açtım bilgisayarı az da olsa yazıyorum. 

Kafam  şu yazıya ne fotoğraf ekleyeceğimde… Şu mürebbiye ruhuma bi kaç seksi kıyafet gerekiyor; mesela “akıllı telefon”!  Ne bulduysam şu an çeker eklerdim… Modern zamanların dibine vurmak istedim şimdi. Ve popüler kültürün esiri olmak. Rakı şişesinde balık olamıyorsak, başka bir köşe bulmanın vakti gelmiştir.


28 Ocak 2013 Pazartesi

İkea Kartpostalları

Kartpostallara bayılırım. Gördüğüm her kartı almak isterim. Onlarca kartpostalım var. İkeadan aldığım bu kartları da onların arasına ekledim. Çok sevdim ben onları. Köşe bucak, kitap arası saklı kalmasınlar istedim; duvarıma yapıştırdım, pek yakıştılar.







10 Ocak 2013 Perşembe

Garipçe Bir Köy


Garipçe bir köy; garipçe köyü. bana, istanbulun ortasında hiç el değmemiş bir köy demişlerdi, güldürmeyin beni el değmemiş ne kaldı bugün şu anda? bir de el değmemişliği fısıltıyla gelmiş kulağıma ki kimlerin kulağından geçmiş olmalı bana gelene kadar... yani öyle köy görücez, kasketli amcalarla çay içicez, tonton ninelerle dedikodu yapıcaz, sümüklü bebelerin başını okşıycaz sanmayın.

"garipçe" bir köy olabilir ama çoktan potansiyelinin farkına varmış bir köy. köy gibi kalmış olmasa da bir pazar gezisi için istanbul şartlarında kısmen sakin yer, gerçi bunda havanın anormal soğukluğunun payı küçümsenmemeli.

***

gidilip görünmeli köyceğize, o sizi görsün, siz onu görün. yağmur yağarken gidin. yoldan simit alıp çekin arabanızı en kıyıya. deniz sesi, yağmur sesi, martı sesi, rüzgar sesi, sıcak simit, hafif bi üşüme, arabanın buğlanmış camı, bi de sıcak el.



ama bunların yanında garipçe bir garip köy dedim ya, niye; dünyanın ufacık bir köşesine sıkışmışken, köşesini daha da ufacık yapmış kendine? yığıntılar molazlar vardı orta yerde. ben bu resmi de sevdim; renk uyumlu bir dağınıklıktı; sevdim. ama garipçeydi bu dağınıklık, turist bekleyen köy için.



haritada garipçe köyü




3 Ocak 2013 Perşembe

Monet kaçmasın

Son üç gün Sakıp Sabancı Müzesi'ndeki "Monet İstanbul'da" sergisini gezmek için. Kaçırmamalı. Emprosyonizm aşktır. Aşkın bir parçası bu sergide.


Monet İstanbul'da

Tombul parmaklı Monet için önemli olan, gördüğünü yansıtmaktı. Her yeni şey gibi reddedilirken, bir akımın ilk örneklerinden olan yaptığı resimler; o gördüklerini yapmaya devam etti.

Ve bir durumun devamı, bir yöntemin tekrarı, bir kabulün akla dayatması olmadı yaptığı resimler. Tatlıdır emprosyonizm; yumuşak, sakin ve sıcaktır.


Claude Monet
Ayrıntılar burada

Ta da!

Esin kaynağım bu blogtur

BLAH:


TADA:

 Plastik sevmeyenler, güzelim içecek şişelerine kıyamayanlar yapabilirler bunu. Sıvı sabun ve bulaşık deterjanı için kullanılabilir ama uygun yer yoksa devrilme ihtimali olduğundan pratik olmayabilir. Plastik içinde kalmasını istemediğiniz kozmetikler, el yapımı kremler böyle kullanılabilir.